Türkiye'ye son dönemde dünya ülkelerinden ilgi arttı. Bu ilgi G20 zirvesinde de izlendi. Son olarak önce Londra'da Dünya Şeker Üreticileri Kongresi'ni, sonra da İstanbul'da Atlantic Council'in düzenlediği Enerji ve Ekonomi Zirvesi'ni izleyen Hürriyet Gazetesi yazarı Şükrü Küçükşahin, Türkiye'ye ilgi neden arttı, ne isteniyor…zirveden nasıl bir izlenim edindi üzerine görüşlerini köşesinde paylaştı. İşte makaleden dikkat çeken başlıklar!
Türkiye'nin risk ve şansları
Şükrü Küçükşahin
ÖNCE Londra'da Dünya Şeker Üreticileri Kongresi'ni, sonra da İstanbul'da Atlantic Council'in düzenlediği Enerji ve Ekonomi Zirvesi'ni izledim.
İki uluslararası toplantıda onlarca konuşmacı dinledim; tümünde ortak tek cümle, “Yatırım ve sağlam bir gelecek arzulayan her ülke, mutlaka ‘şeffaflığı’ ve ‘hukukun üstünlüğünü’ en güçlü şekilde tesis etmeli” oldu.
Türkiye’nin genelde birlikte anıldığı Ortadoğu’ya, siyasetten iş dünyasına, medyaya kadar uluslararası tüm kesimlerde büyük ilgisi var ve bu ilgi, sadece malum terör illetinden kaynaklanmıyor.
Yeni konumuyla İran, enerji kaynaklarıyla Irak, geçiş güzergâhı ve ekonomik gücü ile Türkiye ayrıca özel ilgi nedeni.
Peki Türkiye’ye ilgi yoğunlaşması neden, beklenti ne, istenen ne?
PYD, BARZANİ BELİRSİZLİĞİ
Özellikle İstanbul zirvesi bu sorulara açıklık getirir nitelikteydi.
Büyük salonda büyük merakla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözlerini dinleyenler, ‘Orada zaten savaşan güçler var, kara harekâtına gerek yok’ ifadelerine çok kulak kabarttılar; çünkü ‘O güçler kim’ sorusu önem kazandı.
O güç, El Nusra olamaz, IŞİD gibi görülüyor; Özgür Suriye Ordusu da olamaz, hiç gücü yok; Türkiye’nin özel bir gücünden de söz edilemeyeceğine göre kafalarda PYD imajı doğdu.
Ancak Erdoğan konuşmasında PYD’ye çok net ve keskin tavır aldı.
Ertesi günü Hürriyet’te Dışişleri Bakanı Feridun Sinirlioğlu’nun, PYD’nin de HDP gibi bir parti olduğunu belirten sözleri yayınlandı ama ardından duyduğu düzeltme ihtiyacı yine belirsizlik yarattı.
Bu belirsizlik Türkiye’nin biri devlet, diğeri Erdoğan kaynaklı iki farklı görüşü olduğu yönünde bir algıya da yol açmadı değil.
En başta yatırımcılar, yabancıların bunu önemsemesinin nedeni tabii ki Irak’ın (ve de İran’ın) petrolü ile gazı.
Eğer Türkiye, PYD ile uzlaşırsa onlar için işler yolunda -ki Türkiye için de aynısını bekliyorlar- demektir ama Türkiye, PYD’yi vurursa son tahlilde Barzani de sıkışır, tavır almak zorunda kalır.
Bu da Türkiye’nin Barzani yönetimi ile yaptığı petrol anlaşmasını etkileyecek, oysa ABD’nin de desteklediği o anlaşmanın bir an önce hayata geçirilmesi şart görülüyor.
Eee ne de olsa söz konusu rakam sadece doğalgazda önce 10 milyar metreküp, kısa süre sonra da 20 milyar, yani Azeri gazından daha çoğu.
TÜRKİYE’NİN SAHADAKİ ON BİRİ
Türkiye’nin önünde büyük fırsatlar olduğunu söyleyen çok, anlamaya çalıştıkları Türkiye’nin bunu ne yönde kullanacağı.
En başta terör belası olmak üzere Müslüman dünyanın iç sorunlarını çözmesi çok yüksek talep ve Türkiye bu alanda da çok önemli görülüyor.
Bu noktada ‘hukukun üstünlüğü’ ve ‘şeffaflığın’ yanına ‘anayurdun güvenliği’ ile ‘toplumun bütünlüğü’ ifadeleri konuyor.
İktidarından muhalefetine, sivil toplumundan dini/sosyal tabakalara kadar sahaya bütün olarak çıkan, 11 oyuncusu da en iyi futbolu oynayan bir Türkiye isteniyor.
Türkiye’nin böyle bir performans göstermesi Müslüman dünyadaki mezhep çatışmasına da ilaç olur diye bakılıyor.
Çünkü, Türkiye’nin o performansının bölgede yeni ittifaklar oluşturacağı öngörülüyor ve hemen herkes, ‘Başka bir İran geliyor’ deme gereği duyuyor.
“Bırakın Müslümanlar birbirini kessin dursun” diyen, hatta bunu teşvik edenler varsa, onları durdurmanın yolu da buradan geçmez mi?
Hele ki Batı’yı, “O kan sadece Ortadoğu’da kalır, size gelmez” diyerek yıllarca oyaladıkları düşünülüyorsa…