İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali, Türkiye'de faiz oranının daha da düşebileceğini söyledi.
Bali, "Büyük kuruluşlar kriz beklentisiyle, krize hazırlık yapıyorum diye sadece kendilerini koruyucu bazı tedbirler almaya kalkarlarsa, aslında krize hazırlık yapmış olmazlar, bizzat krizi hazırlamış olurlar" dedi.
Hedeflerimizle paralel bir performans izliyoruz
Haziran sonu itibarıyla ülkenin en büyük özel bankası olarak, 1.354’ü yurtiçi 23’ü yurtdışı olmak üzere 1.377 şube, 24.901 çalışan, 6.552 Bankamatik’ten oluşan yaygın ATM ağı, mobil bankacılık, internet bankacılığı, telefon bankacılığı ve çağrı merkezi dijital bankacılık kanalları ile müşterilere çok geniş bir yelpazede finansal hizmet sunduklarını aktaran Bali, Haziran 2016 itibarıyla konsolide bazda 199,7 milyar TL’si nakdi, 52,8 milyar TL’si gayrinakdi olmak üzere toplam 252,5 milyar TL’lik kredi hacminin Bankanın ülke ekonomisindeki kritik rolünün en çarpıcı göstergesi olduğunun altını çizdi. Bali, önümüzdeki dönemde de faaliyetlerini sağlıklı büyüme ve sürdürülebilir kârlılık ekseninde yürütürken, yenilikçi finansal ürün ve hizmetlerle hem yurtiçinde hem de yurtdışında öncü olmaya devam edeceklerini belirtti.
Bankanın 2016 yılı hedefleriyle paralel bir performans sergilediğini vurgulayan Bali, “Herhangi bir revizyon ihtiyacı duymadık. Menfur darbe girişimi nedeniyle de duymadık, ondan öncesinde de duymadık. Dolayısıyla yılsonuna kadar, izleyeceğimiz politikalarla yılın başında hazırlamış olduğumuz iş programının hedeflerine uygun bir performans yakalayacağımızı şu anda öngörüyoruz. Gerek kurumsal ticari bankacılıkta gerekse bireysel bankacılıkta…” dedi.
2016 sonrası hedeflerinde de bir revizyonun söz konusu olmadığının altını çizen Bali, şunları kaydetti: “İş Bankası, çok yaygın perakende işlerden, çok butik işlere kadar her alanda faaliyet gösteren ve finansal ürün ve hizmet gamı, ağı son derece geniş olan bir kuruluş olduğu için ekonominin kendi içindeki öncelikleri ne ise onlara uyumlu hareket eder. Ama bu dönem için biraz daha geniş bir perspektifle söyleyecek olursak, Türkiye’deki enerji ve altyapı finansmanlarında çok aktif rol aldık, almaya da devam edeceğiz. Aynı şekilde yaygın perakende işler, ticaretten tutunuz, turizme kadar bütün servis sektörlerinde, hizmet sektörlerindeki faaliyetlerimizle de öne çıktık. Özelleştirmeler anlamında hayata geçirilen işlerde, gerek enerji sektöründe olsun gerek sağlık sektöründe olsun aktif rol aldık. Yani hane halkının genel amaçlı ihtiyaç duyduğu kredilerden, kredi kartlarından, büyük firmalarımızın, kurumsal ölçekteki firmalarımızın ve kamunun, özelin yüksek ölçekli yatırımlarına kadarki yelpazenin tamamında İş Bankası vardır ve var olmaya devam edecek.”
Sadece tanklara karşı can pahasına refleks gösterilmiş değil, halkımız güçlü bir ekonomik refleks de gösterdi
İş Bankası Genel Müdürü Bali, 15 Temmuz’un bankacılık sistemine olan etkisine dair de şu yorumu yaptı: “Darbe girişimine karşı finans sektörü olarak yine çok sağlam durduk. Mali bünyelerimizin sağlamlığı, yönetme tecrübemizin varlığı, kalitesi, bu süreci de iyi yönetmemiz sonucunu yarattı. Ama şunun hakkını vermemiz lazım; finansal piyasalarda bir yönetme güçlüğü yaratacak yönde müşteri davranışı değişikliği de görmedik. Bu ülkenin darbe girişimine gösterdiği o sıcak refleks olağanüstü bir kıymet ifade eder. Her bir vatandaşının farkında olması gereken vicdani bir borçtur, o gün halkımızın hayatı pahasına, canı pahasına göstermiş olduğu o sıcak refleks… Ama bunun kadar yine önemli, Türkiye ekonomisinde bizim gibi finansal kuruluşların yönetimini güçleştirecek yönde bir müşteri davranışı değişikliği görmedik. Bu da çok önemli bir reflekstir, çok önemli bir olgunluktur. Yani bir mevduat çıkışı yok, olağandışı bir kredi talebi yok. Fiyatlama politikalarımızı değiştirmeye, yani faizlerimizi yükseltmeye neden olabilecek bir gelişme yok. Bu ülkenin Merkez Bankası, o hafta sonu duruma hemen hâkim olup, kontrol altında tutup, anında bankalara nakit sağlama dâhil olmak üzere gerekli tedbirleri aldı. Bunların hepsinin çok kıymetli, çok kaliteli yönetim örnekleri olduğunu düşünüyorum. Yani bu, ülkenin bir musibet karşısında bile aslında hangi kalitede olduğunu, yönetme kalitesi açısından da nerede olduğunu gösteriyor. Halkıyla, yöneten kurumlarıyla bence son derece önemli bir tablo görüldü. Biz o sabah hemen bütün arkadaşlarımız bir araya gelerek sabahın erken saatlerinden itibaren duruma baktık, inceledik. Ama mutlulukla söyleyebilirim, geriye dönüp bakarak yine, 15 Temmuz öncesinde İş Bankası nasıl yönetiliyor idiyse yönetim pratiği, usulleri, kuralları, süreçleri açısından, onların hiçbirisinde değişiklik yapmayı gerektirmeyen bir tarzda yönettik ondan sonraki dönemi… Bu, bizim dışımızdaki tarafların, yani müşteri tarafının da hadiseleri böyle gördüğü ve buna göre tepki oluşturduğunu gösterir. Örneğin 11 milyar doların üzerinde döviz satışının gelmesi ne demektir? Sadece tanklara karşı, can pahasına bir refleks gösterilmiş değil, güçlü bir ekonomik refleks de gösterildi. Bunların hepsini ben son derece kıymetli buluyorum.”
Bu dönem cari dönem performanslarımızı geçmiş paradigmayla en yüksek seviyede tutma dönemi değil
Sadece pozitif düşünmenin yetmediğini, pozitif davranmak da gerektiğini vurgulayan Bali, şöyle devam etti: “Bu bilançoların yarattığı imkânlar bir şeye lazım olacaksa bugünlere lazım, bugünler için lazım. Sadece kendinizi koruma refleksi geliştirmek için değil, içinde bulunduğumuz bütün bir ülkenin doğrusu için, o ekosistemin korunması için kullanılması lazım. Maharetimizi de bu yönde kullanacağız. Yapıcı, zorda olanı, zor olanı kolaylaştıracak tarzda kullanacağız.Piyasa dostu uygulamalardan kast ettiğim tablo budur benim. Yapılandırma gereği varsa yapılandırma… Çünkü mücbir nedenlerle ortaya çıkan tabloların farklı bünyelerde ortaya çıkardığı durumları yönetebilmek için iyi bir refleks göstermemiz lazım. Burada vakaları iyi ayırt edebilme yeteneğimiz önemli. Yani bu gerekçemizin içine doğru olmayan örnekler girmemelidir. Bu da yine yönetme kalitesidir. Onun için finans sistemine ‘sıra bizde’ derken, kast ettiğim bu idi. Bu dönem, cari dönem performanslarımızı geçmiş paradigmayla en yüksek seviyede tutma iddiasının sürdürüleceği bir dönem değil. Bu dönem sadece kendi doğrumuzun değil, bütün muhataplarımızın doğrusunu, beraber iş yaptığımız tarafların doğrusunu, kamunun doğrusunu arayacak tarzda bir çalışma şeklini gerektiriyor. Bunun için sadece kendimizi koruyan kısa vadeli teknik mahiyette birtakım kararlar yerine, daha orta-uzun dönemli bir değeri muhafaza etmeye ve o değeri daha da koruyarak büyütmeye dönük kararlar almalıyız. Bunun fiyatlamada karşılığı olur, bunun kredi politikalarında karşılığı olur, bunun kredi yapılandırmalarında karşılığı olur. Dolayısıyla biz şu anda bankacılık sistemi olarak sistemin kısa süre içinde normalleşmesi, bundan sonra da sahip olduğumuz değerlerin muhafazası ve korunarak daha da iyi noktalara getirilmesi için çalışacağız. Başka çaresi yok.”
İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali, şu andaki fonlama faizleri, enflasyon trendi, kurun bu seviyelerini muhafaza etmesi veya aşağıya doğru gitmesi ve kamu ekonomisindeki bu süreçleri yönetmeye yönelik mali bünye sağlamlığından gelen alan bir arada düşünüldüğünde faiz oranlarında bir miktar daha aşağıya doğru eğilimin mümkün olduğunu ifade etti.
Bali, Merkez Bankası’nın başından beri ortaya koyduğu piyasalara da çok ciddi güven veren yaklaşımının yılın kalan bölümünde de devam edeceğini düşündüğünü belirtti. Adnan Bali, Merkez Bankası’nın Mart ayından bu yana özellikle faiz koridorunun üst bandında gerçekleştirdiği indirimlere darbe girişiminin ardından da devam ettiğini, mevcut koşulların ekonomide kalıcı sorunlara yol açmayacağı öngörüsünde bulunduğunu, kendilerinin de aynı öngörüyü paylaştıklarını ve bunun için çalışacaklarını kaydetti. Temmuz ayı enflasyonundaki yükselişe işaret eden Bali, Fed’in faiz artırımının ötelenme beklentilerinin güçlendiğini, bu çerçevede bakıldığında faiz indirimlerinin kontrollü bir şekilde süreceğini, bunun sürpriz olmayacağını düşündüğünü vurguladı. Bu düşüşlerin kredi faizlerine yansımasının ise maliyetlerin aşağı çekilebilmesi ölçüsünde gerçekleşebileceğini belirten Bali, bunun için sektörün pozitif bakış açısına sahip olması gerektiğinin altını çizdi.
Yaratılan ciddi değerler acul politikalarla çarçur edilemez, finans sistemi yapıcı davranmalı
Merkez Bankası’nın zorunlu karşılık oranlarını düşürmesi ile ilgili olarak da Bali, uzun bir süredir aracılık maliyetlerinin finans sektöründe başkaca problemlere yol açabilecek kadar yüksek olduğunu ifade ettiklerini hatırlattı. Merkez Bankası’nın da bunu esas olarak reddeden bir yaklaşıma sahip olmadığını, ancak aksiyonun bu süreç içinde geldiğini belirten Bali, şu görüşleri aktardı: “Gerçekten de şu anda sistemin rahatlatılması açısından, hem kârlılık hem likidite hem krediye dönüşüm açısından bakıldığında isabetli bir karar, yerinde bir karar. Basel dâhil olmak üzere uluslararası kriterlerin getirdiği uygulamalar, çok başarılı bir şekilde aslında şu ana kadar değişik otoritelerin almış olduğu kararlarla sektörün fonksiyonunu görebilmesi bakımından iyi idare edildi. Bundan kastım şu; yani Basel ile ilgili oluşan uygulamaların getirebileceği bazı kısıtlayıcı tablolar makro ihtiyati tedbirlerdeki rahatlamalarla dengelendi. Bunun çok isabetli, iyi bir politika olduğunu düşünüyorum. Biz bu anlamda sadece ödev yapan bir öğrenci gibi uluslararası uygulamalardaki bazı düzenlemeleri bire bir buraya yansıtmak durumunda değiliz. Ülkemizin yaşadığı önceliklerle uyumlu bir tarzda bunları yönetmek durumundayız. Ya da bunlara uyarken, bunları dengeleyecek olan başka tedbirleri de bir arada almalıyız. Bunu da sadece finans için değil, örneğin bu son dönemde ciddi zorluklar ve olumsuz etkiler almakta olan sektörlerin hepsi için yapmalıyız. Turizm başta olmak üzere… “
Adnan Bali, Türkiye’de ciddi değerler yaratıldığını ve bunların birkaç nesilde oluşturulduğunu dile getirerek, “Bunların kısa süreli acul kararlarla çarçur edilmesi düşünülemez. Onun için de oralarda da yapıcı tedbirler alınmalıdır. Yani birtakım olumsuz etkilerin birbirine sirayet edecek şekilde bütün ekonomiyi etkilemesini engellemek için bunlar önemli. Ama bir daha altını çiziyorum; burada finans sisteminin yapıcı politikalarının önemi büyük” dedi.
Bankaların sermaye yeterlilik oranlarındaki düşüşe ilişkin de Bali, söz konusu düşüşteki birincil etkenin risk ağırlıklı varlıklardaki artış olduğuna dikkati çekti. Bali, “Yani kredilerimiz arttı. Biz faaliyetimizi genişlettiğimiz, büyüttüğümüz, üçüncü taraflara yeni imkânlar sağlamak suretiyle değer yaratma zincirindeki fonksiyonumuzu etkin bir şekilde gördüğümüz için bu oran düştü, ki sorunlu krediler bakımından da hala bu kadar badireye rağmen çok dramatik seviyelere gelinmediğine göre, demek ki bunu da sağlıklı bir şekilde yapmışız sektör olarak” yorumunu yaptı.
Bu düşüşte ikincil etkenin de son dönemde kârlılıkların aşırı düşmesi olduğunun altını çizen Adnan Bali, şöyle devam etti: “Kârlılıkların aşırı düşmesinde de herkese ders var. Bankacılık sistemi de rekabetin rasyonelliğini bozabilecek, bana göre irrasyonel diyebileceğimiz agresif rekabet koşullarına girebildi. Sektörün kendine keseceği fatura da var burada… Diğer taraftan da makroekonomik olarak bankacılık sektörüne yönelik tedbirler ve makro ihtiyati tedbirler sırasında bankacılık sisteminin kârlılığını yeterince gözetmeyen uygulamalar da oldu. Bunların hiçbiri düzeltilemez, yeniden dengelenemez şeyler değil. Yeter ki istişare içerisinde, hedeflerimizi bilerek, hepimiz aynı amaçlara hizmet edecek tarzda hareket etmek suretiyle bunları çözmeye çalışalım. “
Önceden belirlenmiş rutin kurallara göre yönetim imkânı yok
Çok belirsiz, çok farklı, çok boyutlu problemlerin iç içe geçtiği bir dönem yaşandığını belirten Bali, özellikle gelişmekte olan bir ülke olarak bize dışarıdan bakıldığında, çok olumlu bir konjonktür imkanı verecek gelişmeler olmadığını, aynı durumun farklı ülke gruplarına göre büyüme açısından da söz konusu olduğunu, örneğin IMF’nin Dünya Ekonomik Görünüm Raporu’nun Temmuz ayı güncellemesinde büyüme tahminlerini bir tur daha revize ettiğini ve düşürdüğünü hatırlattı. İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılma kararı almasına da değinen Bali, Avrupa Birliği ülkelerinin İngiltere ihracatının yüzde 40’ını, ithalatının da yüzde 50’sinden fazlasını oluşturduğunu, bu nedenle alınan karardan İngiltere ile Birliğin diğer ülkelerinin nasıl etkileneceğinin belli olmadığını ifade etti.
İş Bankası Genel Müdürü Bali, şöyle devam etti: “Sonuçta bir yandan bu belirsizlik, bir yandan Fed’in muhtemel faiz artırımlarının hızının, dalga boyunun ne olacağı konuları, bir de dünyanın her yerindeki farklı ülkelerde kendine özel gündemlerin nasıl gelişeceği… Böyle bir dinamik ortamda işlerimizi iyi yapmak için en fazla dikkat sarf edeceğimiz dönem… Ben epey bir süreden beridir söylüyorum, rutin esaslara ve önceden belirlenmiş rutin kurallara, süreçlere göre yönetim imkânı yok şu an. Onun için hepimiz hiç rutinleşmeyen, özel koşulların gerektirdiği farklı tedbirleri anında, ona özgü olarak almaya hazırlıklı bir tarzda gitmek durumundayız. Planlı, programlı olmalıyız, öngörülü olmalıyız, ama bir yandan da çok pragmatik bir tarzda anlık gelişmelere çabuk cevap verebilecek, refleks verebilecek tarzda gidebilmeliyiz.”
Türkiye’nin aslında kendisi için fırsat penceresi anlamına gelebilecek bir konjonktüre de girme imkânının olduğunu, ancak bu senaryoyu öngörülebilir olan olmayan şu veya bu hadiselerle şu ana kadar gerçekleştiremediğini ifade eden Bali, şu değerlendirmeyi yaptı: “Bundan kastım şu; uzunca bir süre sonra siyasi istikrar anlamında da bol seçimli bir dönemi geride bırakmıştık. Ekonomi 2012’den bu yana esasen potansiyelinin altında büyürken cari açık başta olmak üzere makroekonomik dengelerde o hızlı büyüme dönemindeki bazı oluşmuş hasarların, mutedil büyüme döneminde tamir olduğunu da görmeye başlamıştık.
Öteden beri büyümenin sürdürülebilirliğine engelleyen husus, cari açığın çok yüksek seviyelere çıkmış olmasıdır geçmişte… Bunda da çok önemli bir düzelme görmüştük. Yüzde 5’lerin altına giden bir tablo… Düşük mal fiyatları ve düşük enerji fiyatları, petrol başta olmak üzere, petrol ithal eden bir ülke olarak Türkiye’nin cari dengesini çok olumlu etkilemeye başlamıştı. Böyle bir tabloda bu iyi, ciddi bir avantajdı. Yani cari dengeyle ilgili avantajlı hale gelip, kamu maliyesinde de dünyanın değişik ülkeleriyle kıyasen bakıldığında uzunca süreden bu yana sağlam ve disiplinli bir yeri olan, yani değişik durumlara refleks göstermek için bir alanı olan bir ülke olarak bu yeni konjonktürde çok daha farklı bir noktada olabilirdik. Ama uçak konusu nedeniyle Rusya ile çok sertleşen ilişkiler, onun turizm başta olmak üzere diğer bütün alanlarda ekonomik boyutları… Bir süreden beri devam eden mülteci sorunları, güvenlik sorunları bir araya geldikçe farklı bir noktaya gidebilecek konjonktür gerçekleşemedi.”
Kalkınma Programı tekrar önceliklendirilerek hayata geçirilmeli
Başka bir senaryoda ülke gündemi oluşturulabilseydi reform programlarına tam konsantrasyonun da sağlanmış olacağını ifade eden Bali, “Uzunca bir süreden beridir Türkiye ekonomisi için hep dikkat çekegeldiğim unsurlardan bir tanesi, hükümetin Kalkınma Programı kapsamındaki 25 ana başlıkta ve 1.200’ün üzerindeki aksiyon planıydı. Alt başlıkları da dahil önceliklendirilmek suretiyle ve en önemlisi de hesap verilebilir, sorumluluk taşıyacak şekilde belli tarihlere bağlanmış olan aksiyon planlarının ve arkasında da bunu icra edecek sorumlu organların belirlendiği, bunun da topluma taahhüt edildiği, açık bir şekilde ve periyodik dönemlerde de ilerleme raporlarıyla hangisinde ne aşamada olunduğunun açıklanacağı bir yapı… Bu, kamuda çok disiplinli bir çalışma düzeninin taahhüdüydü. Ben bunu çok önemsiyordum. Hala da çok önemsiyorum” dedi.
Bali, sözlerini şöyle sürdürdü “Yeni koşullarda bunların tekrar önceliklendirilmek suretiyle hayata geçirilmesi gerekir. Türkiye’nin şu anda içine girmiş olduğu 2012’den bu yana belli bir büyüme alanını, büyüme sınırını aşamadığımız, bu yüzden de istihdam dâhil birçok alanda yeterli gelişmeleri sağlayamadığımız ve orta gelir tuzağı diye adlandırılan bu tablodan çıkabilmek için bu paradigmayı reformlarla değiştirmemiz gerekiyor. Reformların teknoloji ayağı, inovasyon ayağı var, lojistikten tutun üretim ekonomisine kadar, eğitime, hukuk altyapısına kadar birçok boyutu var. Şimdi bütün bir ulus, yaşadığımız bu kadar badireden sonra bunların hepsinden de aldığımız ders ve güçle bu reformlara odaklanmamız gerekiyor.”
Türkiye ekonomisinin ilk çeyrekte yüzde 4,8 ile beklenenden hızlı büyüdüğünü hatırlatan Bali, sanayi üretimindeki ortalama yıllık artışın öncü bir gösterge olduğunu, ikinci çeyrekte yüzde 2,5 düzeyindeki artış hızının yüzde 3 civarında bir büyümeyi getireceğini beklediklerini, sonuçta 2016 yılında yüzde 3,5 civarında bir büyümenin gerçekleşebileceğini tahmin ettiklerini belirtti.
Değişen koşullara hızlı adapte olabiliyoruz, dolayısıyla kilitlenmiş pozisyonlar yok
Cari açıktaki iyileşmeye de değinen Bali, tablonun cari açığın milli gelire oranını yüzde 5 civarında, belki biraz altında seviyelerde tutmaya izin verebileceğini kaydetti. Bu dönemdeki gerek enerji, gerek mal fiyatlarındaki düşüşün gelişmekte olan ülkeler arasında yeni ayrışmaya da yol açtığının altını çizen Bali, emtia ihracatçısı ya da enerji ihracatçısı ülkelerle bunları ithal eden ülkeler arasındaki dengelerin gerileyen fiyatlar nedeniyle değiştiğini, bunun da esas itibarıyla Türkiye açısından değerlendirilmesi gereken bir konjonktür olduğunu ifade etti.
Türkiye ekonomisinin artık firmalarıyla, kurumlarıyla, bankalarıyla, yani gerek reel sektör gerek finans, hatta kamu bürokrasisiyle değişen koşullara hızla adapte olabildiğini vurgulayan Bali, “Bunun önemli olduğunu düşünüyorum. Hacimleri çok çabuk değişen koşullara göre ayarlayabiliyoruz, kredi talebinin hemen buna göre ayarlanabildiğini görüyoruz. Dolayısıyla kilitlenmiş pozisyonlar olmadığını veya bütün ekonomiyi etkileyecek kadar bu tarz durumların olmadığını anlıyoruz” dedi. Ayrıca mali disiplinden taviz verilmeyerek oluşturulan kamu ekonomisindeki sağlamlığın değişik dönemlerde ekonomiye ivme vermek bakımından da hala bir imkân olarak görüldüğünü, özel kesimin tüketim talebinde bir miktar özellikle de asgari ücretin de artışından kaynaklanan canlanmalar olduğunu kaydetti. İhtiyaç duyulması halinde kamunun harcamalarını artırma yeteneği bulunduğunun altını çizen Bali, “Bunu dengeleri çok fazla bozmadan yapma yeteneğimiz olduğunu 2008 global krizinden sonra gösterdik. 2009’da kamu bir öncülük yaptı. Ekonomiyi bir anlamda önce o güdüledi, daha sonra da hızlı büyüme dönemine ekonominin kendi dinamikleriyle beraber geçebildik” dedi.
Enflasyonda Ocak 2016’da yüzde 9,6 ile son 2 yılın neredeyse en yüksek seviyesine gelindiğini anımsatan Bali, TÜFE’nin daha sonraki dönemde özellikle gıda enflasyonundaki düşüş neticesinde aşağı yönlü hareket ettiğini ve yüzde 7’nin dahi altına indiğini, enerji fiyatlarının seyri ve Türk Lirası’nın değerinin bu mevcut düzeylerini koruması halinde 2016’nın yüzde 7,5 civarında bir enflasyonla kapatılacağını öngördüklerini bildirdi.
Adnan Bali, şöyle devam etti: “Daha uzun perspektifle 2017’ye bakmak durumunda olduğumuzda, yaşadığımız bu hadiselerin ekonomiyi, siyaseti ve kamu bürokrasisini etkileme düzeyini ne kadar sürede normalleştirebileceğimiz önemli. Ayrıca, yapısal reformların bu anlamda hayata geçirilebilme performansı önemli. Ama biz bu ülkede bir sorumluluğu olan, rolü olan, belkemiği gibi bir fonksiyonu gören kuruluş olarak hep daha iyisini, pozitif olanı, bu ülkenin doğrusuna olanı yapmak için çalışacağız. Ve bilançomuzun imkânlarını da hep bu yönde sonuna kadar kullanma gayretinde olacağız. Problemleri ağırlaştıracak değil, problemleri azaltacak, küçültecek yönde imkânlarımızı, gücümüzü kullanacağız bugüne kadar olduğu gibi… Bütün kurumlar hep birlikte bu şuurla, bilinçle hareket ettiğimizde karşı karşıya olduğumuz bazı sorunların kısa dönemli etkilerini rahatlıkla aşabiliriz diye düşünüyorum.”
Reyting kuruluşlarının zamanlaması yanlış, teknik kısmı da hatalı
Adnan Bali, kredi derecelendirme kuruluşlarının darbe girişiminden sonra Türkiye’ye ilişkin yaptıkları değerlendirmeye ilişkin de şunları dile getirdi: “Zamanlaması itibarıyla yanlış, içeriği büyük ölçüde bir teknik değerlendirme ve teknik karar sürecine baz teşkil etmeyecek derecede siyasi, teknik denebilecek olan kısmı da hatalı olan aksiyonlar alındı. Bu bir yere kadar kendilerini koruma amaçlı bir pozisyon olarak tolere edilebilir. Yani reyting şirketleri, bir ülkedeki olumsuz gelişmelere işaret eden bir değerlendirmeyi daha güvenli bir yol olarak seçmiş olabilirler. Ama daha ortada hiçbir şey yokken ve hadiselerin nereye doğru gelişeceğine dair herhangi bir emare yokken, bana göre bir reyting raporunun içinde yer almaması gereken unsurlara dayanılarak bazı teknik kararların bina edilmeye çalışılmasını yeterince tutarlı görmedim.”
Not düşüşüne ilişkin Rusya ve Brezilya örneğini veren Bali, Rusya’nın Şubat 2015’te, Brezilya’nın da Aralık 2015’te iki kredi derecelendirme kuruluşundan birden yatırım yapılabilir düzeyde notu kaybettiğini hatırlattı. Bu ülkelerdeki not indirimine sebep olan dinamiklere bakıldığında, Türkiye’nin farkının zaten gayet iyi anlaşıldığının altını çizen Bali, söz konusu her iki ülkenin yatırım yapılabilir notunu makroekonomik verilerde önemli bir bozulma yaşadıktan sonra kaybettiğini belirtti. Bali, Rusya ve Brezilya’ya dair verilen kararlara bakılacak olursa, Türkiye gibi bir ülkenin not düşüşüne konu olacağını düşünmediğini aktardı.
Rusya ve Brezilya’nın 2015 yılının ilk çeyreğinden itibaren küçülmeye başladığını, Türkiye’de ise bütün yılda yüzde 3,5 civarında büyümenin beklendiğini, 26 çeyrektir aralıksız büyüyen bir ekonominin söz konusu olduğunu ifade eden Bali sözlerini şöyle sürdürdü: “Her iki ülkede de not kaybedilirken enflasyon çift haneli… Rusya’da yüzde 16, Brezilya’da yüzde 11… Faiz dışı açık Rusya’da küresel kriz dönemindeki seviyelerine kadar yaklaşmış ve Brezilya’da da küresel kriz döneminde faiz dışı fazla veren merkezi yönetimin bütçesi eksiye dönmüş. Bizim makroekeonomik göstergelerimizle kıyaslanabilir bir tablo değil bu.”
Reyting kuruluşlarının nötr, tamamen teknik analiz merkezleri gibi hareket eden kuruluşlar olmadıklarını, uluslararası ekonomi politiğe dahil olduklarını belirten Bali, “Ben de bunu çok açık şöyle ifade ettim; finansal piyasalar ile rating süreçlerinden hangisi hangisini belirliyor acaba? Sizin ekonominiz bozulduğu için mi reytinginiz bozuluyor, yoksa reytinginiz bozulduğu için mi ekonominiz ya da finansal dengeleriniz bozuluyor? Dolayısıyla da siz kendinizi daha güvenli hissedeceğiniz bir kararı tercih edeceksiniz diye koskoca ekonominin performansını etkileyecek bir aksiyon söz konusu olabilir mi?” şeklinde değerlendirme yaptı.
Bu sorunların şikâyetçi bir üslupla çözülemeyeceğine vurgu yapan Bali, “Kim neyi, hangi işi, nasıl yapıyorsa yapsın, ben hayatta teknik işçiliğin çok önemli olduğuna inanırım. Teknik işçiliği eksik bir işin hayatta pratik bir karşılığı olmaz. Sonuçta biz daha iyi bir performans göstereceğiz ve düşecek olsa bile o reytingi geri alacağız” diye konuştu. Türkiye’nin zaten reytinginin gerektirdiği seviyelerle, uluslararası piyasalarda ülke riskini temsil eden CDS spread’lerinin hiçbir zaman uyumlu olmadığına işaret eden Bali, Türkiye’nin yatırımcının bizzat bu ülkeyi hangi seviyede riskli gördüğü bakımından çok önemli bir gösterge olan CDS seviyelerinde, hep reytinginin gerektirdiğinin çok üzerinde bir risk kalitesine sahip olduğunu belirtti. Bali, “Dolayısıyla bizim o hakiki tablomuzu, bu masa başı kararlar dediğim tabloya da yansıtacak derecede çalışmamız, iddiamızı koruyor olmamız lazım” dedi.